

El Öpmeyen El: Ahmed er-Rufâî Hazretleri (k.s.)
⟡ Basra Topraklarında Tevazunun İnşası
Ahmed er-Rufâî Hazretleri, 1118 (H. 512) yılında Irak’ın Basra şehri yakınlarındaki Hasen köyünde dünyaya geldi. Soyu Hz. Hasan üzerinden Resûlullah’a (s.a.v.) ulaşır. Yani hem seyyid, hem de manevî mirasın taşıyıcısıydı. Daha doğarken bu yükü sırtlanan bir ruhla geldi dünyaya.
Babası Seyyid Ali er-Rufâî, Basra bölgesinde tanınmış bir zâttı. Ahmed küçük yaşta yetim kaldı ve dayısı Mansur er-Rabbânî’nin terbiyesinde büyüdü. Kur’an’ı küçük yaşta ezberledi, ardından Basra’da fıkıh, kelâm, hadis ve tefsir tahsil etti. Henüz 20 yaşına gelmeden bu alanlarda fetva verecek seviyeye ulaştı.
Fakat onun kalbi yalnızca bilgiyle doymuyordu. İçinde taşıdığı sır, onu ilmin ötesine, hâlin derinliğine taşıyacaktı.
⟡ Fırtınanın İçinden Geçerek Sükûna Eren Kalp
Ahmed er-Rufâî gençliğinde ciddi hastalıklar geçirdi. Bedeni zayıf, mizacı ağırbaşlıydı. Bir dönem felç geçirerek yatağa mahkûm oldu. Fakat bu hastalık onun için azap değil, halvet, tefekkür, murâkabe imkânıydı.
“Dert, seni yola sokar. Sağlık ise çoğu zaman unutturur. Ben hastalıkla Allah’ı daha iyi tanıdım.”
— Ahmed er-Rufâî
O, acıyı dost bildi. Kalabalıklardan çok yalnızlığı tercih etti. Çünkü her acı, onu Allah’a daha da yakınlaştırıyordu. Bu süreçte kalbi zikirle parladı ve içindeki "Allah’a adam olma arzusu" bir meşale gibi alevlendi.
⟡ Mürşidi: Ebû’l-Fazl Ali Vasitî ve Ruhî Dönüşüm
İç âlemini eğitmek üzere, Ebû’l-Fazl Ali Vasitî adlı büyük bir velînin terbiyesine girdi. Bu zat, Abdülkâdir-i Geylânî Hazretleri’nin çağdaşıydı ve bâtın terbiyesinde çok derin bir mürşitti.
Rufâî Hazretleri bu dönemde seyrüsülûkunu tamamladı. Şeyhinden irşad icazeti aldı ve 27 yaşında irşada başladı. Fakat onu diğer mürşidlerden ayıran şey; ne makamı, ne meşhur oluşu, ne de kerametleri idi.
Onu farklı kılan, sıfır egoyla yürüyen bir hizmet ehli oluşuydu.
“Benim yolumda yücelik yok, benlik yok. Kırılmış gönüllerin önüne su koymak var.”
— Ahmed er-Rufâî
⟡ El Öpen Değil, Ayak Yıkan Bir Mürşid
Bir gün dervişlerinden biri ona koşarak geldi:
— “Efendim, Basra halkı sizi çok övüyor! Artık herkes sizin müridiniz olmak istiyor!”
Rufâî Hazretleri tebessüm etti ve şöyle dedi:
“Yolda yürürken köpeğe selam veren birini överlerse, o yolda bir köpek olmayı isterim. İnsanların övgüsü beni değil, nefsimi üzer. Çünkü bu yol, görünmekle değil, silinmekle yürünür.”
İşte bu anlayışla, asla müridlerinden üstün davranmadı. Sofrada en sona oturur, en fazla işin yükünü çeker, dervişlerin ayaklarını yıkar, fakirlerle beraber çamura basardı. Hatta der ki:
“Bir dervişin ayağındaki çamur, benim yüzüme sürülse şereftir.”
⟡ Rufâî Yolu: Tevazunun Tarikatı
Ahmed er-Rufâî Hazretleri’nin kurduğu yol, sonradan Rufâîyye Tarikatı olarak anılmaya başlandı. Bu yolun temel esasları şunlardır:
-
Mutlak Tevazu: Mürşidlik, makam değil hizmettir. Derviş, halkın içindedir ama kalbi Hakk’tadır.
-
Halka Hizmet: Zikir ve namazın yanında hasta ziyareti, fakirlere yardım, çocuklara tebessüm, yaşlılara hürmet farz gibi görülür.
-
Zikirle Arınma: Sessiz ve kalpten yapılan "Lâ ilâhe illallah" zikri esastır. Ama yeri geldiğinde cehri (sesli) zikirle dervişin kalbi ateşle dağlanır.
-
Muhabbetle Eğitim: Dervişler, sohbetle terbiye edilir. Sözden çok hâl konuşur.
“Allah’a gitmek, insanların ayaklarının altından geçmeden olmaz. Kibre basmadan vuslat bulunmaz.”
— Ahmed er-Rufâî
⟡ Kıssadan Hisse: Elini Değil, Yarasını Tuttum
Bir gün bir derviş, ona elini öpmek ister. Rufâî Hazretleri elini çeker. Derviş mahcup olur. Hazret yanına eğilir ve sorar:
— “Evladım, elimi mi öpmek istiyorsun, yoksa içindeki yaranı mı göstermek?”
Derviş hıçkırarak ağlamaya başlar. Hazret onun dizine oturur, elleriyle gözyaşlarını siler.
“Ben bu yola insanların hürmetini değil, yarasını almak için girdim,” der.
O günden sonra o derviş, bölgenin en büyük mürşitlerinden biri olur.
⟡ Keramet Değil, Hikmet Peşinde Bir Veli
Ahmed er-Rufâî Hazretleri'nin kerametleri meşhurdur. Özellikle, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Ravza-i Mutahhara’daki mübarek elini öpmesi kıssası çok anlatılır.
Rivayet edilir ki:
Hicaz’a hac için gittiğinde, Ravza’da şöyle dua eder:
“Ey Allah’ın Resûlü, sana canım feda! Ben uzaklardan geldim. Dünyada ellerini öpemeyenlerdenim.”
O anda Ravza’dan nur gibi bir el uzanır ve Ahmed er-Rufâî o eli gözyaşlarıyla öper. Binlerce kişi bu keramete şahit olur.
Fakat Hazret bu hadiseyi şöyle yorumlar:
“O eli ben değil, secdedeki yokluk öptü. Ben orada yoktum.”
⟡ Eserleri: Kalemle Değil, Kalple Yazılmış
Ahmed er-Rufâî’nin yazılı bazı eserleri vardır ama onun esas tesiri sözlü hikmet ve yaşayışıdır. Yine de şu metinler kaynak olarak kabul görür:
-
Burhânü’l-Muhakkıkin: Tasavvufun inceliklerini izah eden derinlikli bir risale.
-
Risaletü’l-Âdâb: Dervişin edebi, adap ve erkânı üzerine.
-
Ahvâl-i Seyyid Ahmed er-Rufâî: Biyografik ve menkıbevî metinlerden oluşur.
Bu eserlerde ilimle halin, edep ile aşkın dengesi açıkça görülür.
⟡ Vefatı ve Mirası
Ahmed er-Rufâî Hazretleri, 1182 (H. 578) yılında Irak’ın Wasit şehrinde Hakk’a yürüdü. Cenazesinde hem alimler, hem dervişler, hem de sıradan halk ağladı. Çünkü o, makam sahibi bir şeyh değil, gönül sahibi bir baba gibiydi.
Kabri hâlâ ziyaret edilir, oradan hâlâ tevazu ve merhamet nefesi gelir.
⟡ Bugüne Mirası Nedir?
Modern insan; başarı, imaj ve güç peşinde koşarken Ahmed er-Rufâî Hazretleri şöyle sesleniyor:
“En büyük mertebe, görünmemektir. En büyük ilim, affetmektir. En büyük yakınlık, hizmettir.”